İslam inancına göre ilk insan yeryüzüne indirildiğinde eşyaya isim vermeyi, konuşmayı ve yazmayı biliyordu. Hz. Adem’e isimleri öğreten bizzat yaratıcıydı. Onu bilgisi sebebiyle övmüş ve meleklerin kendisine secde etmesini emretmişti. Böylece akıl ve ilmin insanı meleklerden daha üstün makamlara getirebileceği öğretisi; ilk insanın hikayesinin ana temasını oluşturmuş oldu. Yani bilgi ışığı; çalıntı bir kazanım değil, bir armağandı.
Yunan mitolojisine göre Prometeus Tanrı Zeus uyurken onun ateşini çalıp insanlara getirmişti. Evrensel simgecilikte ışık bilginin sembolüdür. İnsanoğlu yabani hayvanların arasında varlığını bu bilgi ateşi sayesinde sürdürebilmişti. Görüldüğü gibi batı felsefesinde akıl ve bilgi, tanrıya baş kaldırma ve suç mesabesindedir. Aynı düşünce, Hıristiyanlıktan sonra başka bir biçime bürünerek devam etmiştir.
Hıristiyan mistisizmine göre Adem a.s.ın cennette yediği yasak meyve; bilgiyi sembolize eder. (Bu manada bir bilgisayar firmasının amblemi dişlenmiş elmadır.) Oysa Kuran bilginin kaynağının ilahi bir armağan ve bahşedilmiş bir şeref olduğunu haber vererek çok farklı bir kültür zemini inşa etmektedir.
Eşyaya isim vermek, somut nesneyi seslerden oluşan latif ve akli bir kavrama soyutlaştırmanın ilk adımıdır. İnsanoğlu bu sayede düşünür; başkalarıyla konuşarak düşüncelerini paylaşır, kıyaslama yapar ve böylece bilgiyi geliştirir. Sonra seslerin yada isimlerin resmini çizme yani yazı ile bilgiler iletilir, nesiller boyunca aktarılarak ilerletilir. Vahye göre insanoğluna yazıyı öğreten de Rabbi’dir. İlk insana yazılı metinler indirilmiş ve insanoğluna kalemle yazmak öğretilmiştir.
Yazı yazmak ve konuşmak, insanın Rabbiyle olan iletişiminin önemli parçasıdır. Çünkü Allah (c.c.), gökler alemindeki Levh i Mahfuz’a (korunmuş levhaya) yaratacağı her şeyin adını ve planını yazmıştır. Hatta levh i mahfuz, yaratılacak şeylerin akli kaynağıdır. Platon’un idealist felsefesine ilham kaynağı olmuş bu vahiy haberi, yeryüzünde yaratılmakta olan somut varlıklar veya onlar üzerinde cereyan eden hadiselerin; suret ve isimler gibi manevi köklerle uyumlu olarak yaratıldığını haber verir.
İnancımıza göre; gökten bir emir inmeden; yer yüzünde yaprak kımıldamaz. Çünkü hayatın tümü, en ince ayrıntısına kadar planlanmış, hesaplı ve hikmetli bir bütündür. Bu bütün, ezeli bir plandan; her an inmekte olan manevi tecellilerle şekillenmektedir. Tasavvufçuların manevi duyarlılıkları sayesinde görür gibi apaçık hissettikleri bu inançta; yeryüzünde iğne ucu kadar tesadüfe yer bırakmayan tam bir ilim, irade ve kudretin kusursuz huzuru duyulur.
Üstelik bu kusursuz düzenin sahibi; katı mantıkçı; duygusuz ve umursamasız devasa bir bilgisayar değildir. İnsanlarla iletişime giren, onları muhatap alıp konuşan, onların yakarışlarını duyan; kelam sahibi Allah (c.c.) tır. Allah (c.c.)’ın Kelam sıfatına sahip olması; insanda da izafi bir miktar tezahür etmiştir. Allah (c.c.) ın Hz. Musa ile konuşması; Allah (c.c.) ın insanı kendi sıfatlarının aynası olarak yarattığı bilgisiyle birleştirildiğinde derin manalar kazanır.
İbni Arabi İslam’ın Allah (c.c.) inancının; diğer dinlerdeki ilah anlayışları gibi; tenzihte veya teşbihte aşırıya kaçmaktan kaynaklanan şirklere sapmadığını ve Allah (c.c.) a karakterlere sıkışmaktan uzak olarak iman ettiğini açıklar. Gerçekten de uzak doğu veya çağdaş felsefi inançlarda görülen; “sağır ve dilsiz bir yaratıcı ruhun, kelam sahibi bir insan yaratması” garip bir çelişkidir. İslam inancı bu çelişki ve sapmalardan uzak; akıl ve vicdanın kabul edeceği hakikate uygun bütünlüktedir.
Hz. Adem’e eşyanın isimlerini; okuma ve yazmayı öğreten Rabbimiz; insanoğlu; varlığı, hayatı ve kendini doğru okumaktan uzaklaştığında doğru okumayı yeniden öğretmek üzere “ikra” yani “oku” diye başlayan; son vahyini indirmiştir.
Peygamber efendimiz okuma yazması olmayan biri olduğu halde böyle bir emir alınca şaşırmış, “ben okuma bilmem” diye cevap vermişti. Ancak kalbine yazılan ilahi sesler; kendi çabası olmadan benliğini bürümüş ve dudaklarından kuran ayetleri dökülmeye başlamıştı. Bu ayetler, “afakta ve enfüste;” yani hem dış alemde hem nefislerde bulunan Allah (c.c.) ın işaretlerini okuyup takip etmeyi; böylece Allah (c.c.) ı tanıma yolunda ilerlemeyi sağlayacaktı.
Bir yanıt yazın