Melekut Alemi ve Sembolizm

Melekut aleminin hadiseleri; insan idrakince ancak sembolik olarak kavranabileceğinden dolayı, rüyalar, yakaza halleri ve peygamberlerin miraçları gibi mistik seyirlerde de manevi görünümler somutlaştırılarak sembolleşir. Nitekim mahşer meydanında da böyle sembolik sahneler yaşanacak; bütün insanlar bunların manasını kavrayabilecektir. Mesela ölümün koç şeklinde getirilip boğazlanması böyle bir manzaradır ve her ruh sahibi bunu kavrayacaktır.

Hadisi şerife göre tüm mahşer halkının gözü önünde gerçekleştirilen bu işlemden sonra ölüm korkusu veya ölüp de kurtulma umudu ruhlardan silinecek, adeta ölüm kavramı varlık aleminde yürürlükten kaldırılacaktır.

 

Ölüm, sadece hayatın sona ermesi ve canlı vücudundaki beden, ruh ve nefs gibi unsurların dağılmasına verilmiş bir isim, yani soyut bir varlığa sahip bir kavram; bir manevi varlıktır. Ancak hadiste haber verildiğine göre öte dünyada böyle soyut kavramlar müşahhaslaşmakta; sembolik olarak bir şekle büründürülmektedir. Böylece bu kavramın müşahhas sembolü öldürülebilmekte ve ruhlar bunun esas manasını kavramaktadır.

Bu anlatılanlar, ahiret aleminin içinde bulunduğumuz alemden farkını ortaya koyar, bizim alemimizde gerçeklik algısı maddidir; katı ve donuktur. Oysa ruhun mensubu olduğu alemde gerçeklik algısı manevidir. Bu yüzden bu alemde çektiğimiz zikirler, okuduğumuz kuranlar; hatta şuuraltımızda beslediğimiz gizli niyetler birer somut nesneye dönüşür, bizim için bir kazanım veya kayıp haline gelir. Mevlana buna işaretle; “hayalinde yer tutan her şey; sözlerin ve duyguların; öte dünyada somutlaşacaktır. Kalp kıran sözlerin, incitici davranışların akreplere, yılanlara dönüşecek, seni incitecektir.” der.

 

Kuran’ın en mükemmel bir şekilde tamama erdirdiği vahyin ontolojisi; idealist veya realist bir aralığa yerleştirilemeyecek bir varlık görüşüdür. İnsan varlığını her yönden kavrayabilecek bir bütünlüğe sahip bu ontoloji öğretisinde isimler, suretler ve manalar da kendi varlık seviyelerinde mevcutturlar ve hatta somut gerçekliğin kaynağıdırlar. Yani mesela yer yüzünde annelerin yavrularına karşı hissettiği merhametin kaynağı; gökler aleminde mevcut bulunan “Allah (c.c.) ın rahmet denizinin” minicik yansımalarıdır.

Yine sevgi, nefret, intikam ve kahır hep birer manevi kaynaktan iner ve bir bahane ile ortaya çıkar. Somut varlık ve nedenler; manevi varlıkların ortaya çıkıp hissedilir olmasına vesile ve mekanlık yapmaktan öte; daha sahih bir gerçekliğe sahip değildir. Bu yüzden bütün inanışların mistikleri maddi dünyaya “perde” demişlerdir. Dünyadaki maddi varoluşlar, üzerlerinde yansıyacak manevi duyuşlar için birer tezahür mekanından ibarettir.

 

Nitekim yer yüzünden nice seven, sevilen geçip gitmiştir. Onların bedenlerinden değil isimlerinden bile geriye pek az şey kalmıştır. Hatta onların isimleri hala hatırlanıyorsa, kendi somut varlıklarından dolayı değil, sevgi denen evrensel mana gerçekliğine iyi bir sembol olabildikleri içindir. Bu yüzden manevi varlıkların maddi olanlardan daha az gerçek olduğunu kimse yadırgamamalı, ama bu kaygan mevzuda  sıhhatli görüşü dosdoğru habere inanmaktan öteye ileri götürmemelidir.

 

Çünkü bu konu fazla karıştırılınca “çok bedenlenme”, hulul gibi inançlara sebep olmuştur. Günümüzde de birçok sapmış inançlar bu ve benzeri yanlış anlamalardan kaynaklanır. İslam’ın varlık görüşü, içinde yaşadığımız dünyayı bir hayal; sanrı veya fenomen olarak kabul etmez. Aksine ruhların sınırsızca çeşitli yaratılışları olduğu gibi, bu ruhların her birine özel sınırsızca çeşitli bedenler vardır. Ruhlar özdeş bir kaynaktan; ama farklı farklı olarak yaratılmıştır; tıpkı tek bir topraktan çeşit eşit varlık yaratıldığı gibi.

“Ey insanlar; sizi tek bir nefisten yaratan, ondan da eşini var eden; ve her ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinizden korkup- sakının. Şüphesiz Allah (c.c.) sizin üzerinizde gözeticidir.” (Nisa; 1)

 

Her birimizin ruhsal varlığımız kadar, bedensel ve tarihsel varlığımız da önemli bir varoluştur. İslam’da ruhsal varlıkla beraber bedensel varlığa da önem atfedilmiş, mesela insanlar hayallerinden ve akıllarından geçirdiklerinden değil; fiili olarak yaptıklarından sorumlu tutulmuşlardır. Her birimizin bize özel bir ruhu olduğu gibi, bize özel yazılmış imtihan programımız ve bizim için biçimlendirilmiş bedensel ve tarihsel varoluşumuz mevcuttur.

Brahmanizmin; (bir ara reenkarnasyon; şimdilerde ise karma adıyla meşhur olan;) bir den çok bedenlenme inancı, net olarak kuralalrı ortaya konulmamış, hakkında herkesin kendine göre bir şeyler ileri sürdüğü bir fantezidir. Ruhun başıboş dolaşıp;çeşitli bedenlere girmesi gibi bir inanç, İslam’ın varlık anlayışına tümüyle aykırıdır.

 

Ahiret aleminin varlıklarının sembolik görünümler taşıması meselesi, batı materyalizmi açısından başka inanç sapmalarına da konu olmaktadır. Mesela diğer bir sapma, vahyi mitoloji gibi değerlendirerek, ondaki haberleri sembolik saymaktır. Mesela Şeytan diye bir varlığın bulunmadığı; eski üstadlarca kötü düşüncelerin alegorik bir şekilde şahıslaştırmasıyla ortaya çıkmış hayali bir varlık olduğu gibi. Hatta bu düşünceyi ileri götürerek Allah (c.c.), cennet, cehennem gibi hiçbir şeye inanmayan, bunların birer sembol olduğunu düşünenler vardır.

Bu düşünceler de “gerçekliği maddenin katı kabuğuna sıkıştırma alışkanlığındandır.” Oysa bizim katı gerçeklik anlayışımıza nazaran  hayal gibi görünen bir çok şey, madde dünyamızda da tesirlerini görebildiğimiz hakikatlerdir. Örneğin; hissettiğimiz duygular, sadece bilincimizde varlığını hissettiğimiz, dış dünyada somut gerçekliğe sahip olmayan şeylerdir. Ama bu duygular davranışlarımıza tesir ederek madde alemini şekillendirir. Örneğin; merhamet, fedakarlık, şefkat veya nefret, intikam gibi hisler, bazen bir çok maddi ve akli sebepten daha güçlü bir müessirdir.

İnsan bir anlık duygu yoğunluğuyla normalde yapamayacağını sandığı devasa işler yapar. Hatta büyük keşifler, buluşlar, sanat eserleri veya siyasi fikirler; büyük duygusal yoğunlukların bilinci ötelere açması, böylece büyük ilhamlara nail olan bilincin, beklenmedik eserler ortaya çıkarmasıyla gerçekleşir.

 

Demek ki; melek, şeytan ve cin gibi varlıklar duygularımız kadar bile gerçek olsalar ciddiye alınmaları gerekir. Üstelik bu varlıklar ve bunlara uyulduğunda elde edilecek cennet ve cehennem gibi kazanımlar, alemimizden daha gerçek bir alemin hakiki mevcutlarıdır. Madde alemi, bilincin sıkıştığı dar bir kabuk, çok daha az boyutlu bir gerçekliktir. Oysa ötelerdeki gerçeklik alemlerinin hakikatleri yanında bu dünyanın gerçekliği; ancak yeryüzünde mevcut bir gerçek manzaranın; fotoğrafı veya filmi kadar gerçektir.

İçinde bulunduğumuz dünya hayatı, bir tanıtım broşürü, veya reklam filmi kadar gerçekliğe sahipken, ötelerdeki alem, ruhsal ve bedensel varlığımızı tatmin edecek sınırsız bir varlık ummanıdır. Bu gerçeklere ayet ve hadisler üzerinde derinlemesine düşünerek ulaşmak mümkündür. Bir ayette; “eni gökler ve yer kadar olan cennet” denilir. Gökler ve yer en az üç boyuta sahip bir mekanken, cennetin ancak enini tekil edebilmektedir.

 

İslam’ın ontoloji tasavvuru; akledilmesi için çok derinlemesine düşünülmesi gereken bir hakikati net bir biçimde ortaya koyar; ama anlamayı değil, sadece inanmayı emreder.

DİĞER MÜLÂHAZALAR

 

TÜRKÇE METİNLERİ OSMANLICAYA ÇEVİRMEK İSTER MİSİNİZ?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Verified by MonsterInsights