Simgecilik, bütün irfan okullarının kullandığı mana iletişimi yoludur. Kuranda da manevi varlıkların müteşabih; yani sembolik üslupla ifade edildiği görülür. Kuranda en meşhur müteşabihler; munkatı harfler denilen; bazı sure başlarında bulunan harflerdir. Bu harfler; “elif lam mim” de olduğu gibi; kelime oluşturacak şekilde değil, birbirinden bağımsız olarak okunurlar. Arap alfabesinin 28 harfinden ondördü bu şekilde sure başlarında yer alır. Bu harflerin ne manaya geldiğini tartışmaya izin verilmez. Bazı mutasavvıflar bu harflerde simgesel manaların bulunduğunu söyler, bazı ipuçları da verirler.
İslam mutasavvıfları simgecilik ilmi konusunda en fazla harflerin simgeselliği üzerinde durmuşlardır. Bu öğretide her harf, bir sesin resmini çizmekten öte manaya sahiptir. Mesela elif harfi; (fenike alfabesinde alf, ibranicede alef,) baş şeklinde resmedilmiştir; manasının da “baş” ile ilgili olduğu kabul edilir. Başın; canlı varlıkların kimliğini, egosunu temsil etmesi gibi; elif de evrensel bütünlüğün simgesel başını temsil eder. Diğer harflerin de böyle simgesel manalarla kainat bütününü kucaklayan ruhla ilgisi vardır.
Simgesel öğretilerde her şeyin mana değeri mevcuttur. Pisagor ve ondan etkilenen Platon’un yazıya aktararak günümüze dek ulaştırdıkları gizemli öğretilerde sayılar ve geometrik şekillerin gizemli manalarından söz edilir. Mesela esoterik bilgilerde kutsal üçgen; Allah (c.c.) ın hükümranlığını sembolize eder. Bunun içine yerleştirilmiş ters üçgen ise, kutsal hükümranlığın yansıması; insanın halifeliğini sembolize eder.
Bilindiği gibi şekilden elde edilmiş altı kollu yıldız, Hz. Süleyman’ın mührü olarak bilinir ve İsrail oğullarının millileştirdikleri sembolleridir. Aynı şekilde daire içinde beş kollu yıldız da; insani sorumluluğun bir başka simgesidir. Daire göklerin mükemmelliğini; beş kollu yıldız ise insanın bileşimini temsil eder. Yani bu simge göksel insanın; insan ı kamilin remzidir.
Bu ve buna benzer öğretilerin İslam’ın en kıskanç bir biçimde muhafazasına çalıştığı tevhid inancına uygun bir biçimde değerlendirilmesine gayret göstermiş olan Hurufiler; harf, sayı ve geometrik şekillerin simgeselliğinden yararlanarak vefkler (bir çeşit tılsım) hazırlamışlar; bunlarla cinlerin tasallutuna uğrayan, yada büyülere maruz kalanlara yardım etmek istemişlerdir.
Halen bir çoğumuzun evinde eskiden kalma muskalar yada duvarlarda asılı değişik şekillerde dualar vardır. İnsanların üzerlerinde taşıması için hazırlanmış muskalarda, ayetlere ve kutsallık kabul edilen isimlere hürmetsizlik olmasın diye; isimlerin karşılığı olan sayılar kullanılır.
İsimleri sayılarla eşleştirmek için ise, ebced tablosundan yararlanılır. Her harfe bir sayı karşılığı verilen ebced; tarih düşülmesi, açıkça söylenmesinden çekinilen bir ifadenin şifrelenmesinde de yararlanılır. Mesela bazı çirkin ve müstehcen sözlerin veya sataşılmak istenen kimselerin adlarının sayılarla şifrelenmesi gibi. Veya bir tarihin bir satır şiirle kaydedilmesi gibi. Batıda bu sahada; kültürümüz üzerinde yapılan araştırmalar ve bu konularda yazılmış eserler vardır.
Bütün bu uygulama ve öğretiler, zaman için oyun veya bilmeceye dönüştürülüp, esas amacından uzaklaştırılmış olsa da; döneminde kendisinden ciddi yararlar görülmesi umulan bilimsel öğretilerdi.
Günümüzde de; materyalist determinist bilim içinde kıstırılmaktan ve maddeye köleleşmekten bunalan ruhlar, bu öğretilerden kurtarıcılık ummakta. Mesela psikologlara gidip, kendisine bir eşya gibi muamele eden bir doktor ve kimyevi madde taarruzuna uğramaktansa; gizli saklı faaliyet gösteren; bir çoğunun şarlatan olmasının kuvvetle muhtemel olduğu üfürükçülere gitmeyi tercih eden hala bir çok kişi var.
Geçmişte insanlar hastalık, kıtlık ve metafizik korkulara karşı nasıl doğa üstü güçlerden yardım beklemişse, günümüzde de tıbbın yeterince cevaplayamadığı ruhsal problemlerde bu uygulamalara başvuruluyor.
Kainattaki her madde ve suretin; harf ve sayının; kavram ve olayın; özünde benzerliklere dayalı birliklerinin olması; bu uygulamalara bilimsel olarak mana verilemeyen garip bir geçerlilik kazandırıyor.
Geçtiğimiz asırda gizemli bilgilerin cehalet; sömürü aracı ve hayal ürünü olduğuna dair bir çok önyargı zihinlerimize kazındı. Ama bugün görüyoruz ki maddi ilimler ve teknolojik bilgi de, diğer sahada bir cehalet ve maddeci bir sömürüye alet edilebiliyor.
Mesela günümüzde modern tıp büyük bir ilerleme kaydetmekle birlikte, büyük paralar karşılığında ulaşılabilen çareler sunuyor. Çünkü araştırmalar son derece pahalı ve zahmetli; bunu gerçekleştirenler, karşılığını almak için ilaç ve tedavileri yüksek fiyatlarla satmak istiyorlar. Oysa ruhsal kabiliyetlerin değerlendirilmesine dayanan gizli ilimler; insanı paraya ve maddeye bağımlı yapmadan ve müesseselere kullaştırmadan yararlar sağlayabiliyor.
Bu yüzden hikmete yeniden dönmek, belki de yeryüzünü hızla tüketen ve kirleten batı medeniyetine karşı alternatif sağlayabilecek, kurtarıcı bir reçete olabilir. Bugün gençlerimizi batı tipi bir eğitimden geçirip meslek sahibi yapsın diye kapılarına yığdığımız üniversiteler, yeni bilgiler kaydetmiyor, sadece batı bilim ve teknolojisine tüketici olmamız için eleman yetiştiriyor.
Belki de üniversiteye girmesi engellenen inançlı gençlerimiz; zihinlerindeki ön yargılardan kurtulup hikmete dönmekle; bu haksızlığı büyük bir karşı atağa çevirebilirler. Bu hayal değil; pek ala da değerlendirmemiz gereken bir alternatiftir.
İslam inancı insanı bir bütün olarak kucakladığı gibi; insanlık ailesini de hiçbir kısmını dışlamadan; tüm gelişimleri ve kültürel kazanımlarıyla birlikte kucaklamaya hazırdır.
Müslüman; ne batının maddeci bilgisine karşıdır, ne doğunun mistik öğreti ve tekniklerine. Hatta her ikisinin de dejenerasyonundan önceki saf kaynağı vahiydir. Batının maddeyi insanın emrine sunulmuş; akıl sayesinde hükmedilebilecek bir zemin olarak görmesinin temeli de Müslümanların yol göstericiliğine dayanır; doğunun evreni manaca bütünlük içinde ve benzerliklere dayalı olarak ilişki halinde görmesi de.
Bugünkü Müslümanların bu öğretilerin uzağında kalmalarının nedeni; sadece bir dönem İslam medeniyetinin kendi olgunluk sürecini tamamlayıp, yaşlanma ve çöküşe geçmesidir. Şimdi bu ihtiyar ağacın kökünden yeni filizler yeşerirken, bütün bir İslam kültürü ve birikimiyle barışık nesillerin yetişmesi büyük önem taşımaktadır.
Bir yanıt yazın