“Mitolojinin köklerinin tevhit dini olduğu; kültlerin hep hak inançtan bozulduğuna dair” görüşümüzün karşıtı olarak; maddeci ve inkarcı bir görüş de mevcuttur. Bu görüşün sahiplerine göre Güneş ışığının hayat denilen gizemli hadisedeki önemli rolü; ilkel insanların tabiat varlıklarını tanrılaştırmasına ön ayak olmuş olmalıdır. Bu iddia eğer “Güneşin aynı zamanda hikmet ve bilgeyle yöneten hükümdar sembolü olması” inancını göz ardı edecek olursak manalı olabilirdi. Ancak geçmiş milletlerin; Güneş enerjisinden çok, “Güneşin ışığının bilgi gibi aydınlatıcılığı; diğer gezegenlerin Güneş’e olan itaati sayesinde gökyüzünün düzeni ile” ilgilenmeleri şaşırtıcıdır. Üstelik bu çağlarda Kopernik ve Galile’den binlerce yıl önce güneş merkezli gök sisteminin biliniyor olması; akıllarda sorular meydana getirmelidir. Daha da önemlisi, Güneş gibi önemli bir ışığa ve etkenliğe sahip olmayan Ay ve diğer gök cisimlerinin birer karaktere sahip sayılması; bunların döndüğü feleklerin insan idrakinin seviyesiyle alakalı görülmesi ve gök cisimlerinin hareketleriyle yeryüzündeki işlerin eş zamanlılığı gibi konuların bilgi kaynakları tam anlamıyla gizemden ibarettir.
Gizemli bilimlerin kainatta geçerli bir takım metafizik kanunlarla ilgili olması, bu bilgilerin de metafizik kaynaklı olması ihtimalini akla getirir. Kuranda yeryüzüne indirilen iki meleğin insanlara bir takım sırlı bilgiler öğrettikleri; insanların da bu bilgiyi, “karı koca arasını açmak gibi işlere” yani büyüye alet ettiklerinden bahsedilir.
“Ve onlar, Süleyman’ın mülkü hakkında şeytanların uydurduklarına uydular. Süleyman küfretmedi, ama şeytanlar küfretti. Onlar insanlara sihri ve Babil’deki iki meleğe indirileni öğretiyorlardı. Oysa o ikisi “Biz yalnızca bir fitneyiz (deneme), sakın küfretme.” Demedikçe hiç kimseye öğretmezlerdi. Fakat onlardan karıkoca arasını açacak şeyler öğreniyorlardı. Oysa Allah’ın izni olmadan onunla hiç kimseye zarar veremezlerdi. Onlar kendilerine fayda vereni değil zarar vereni öğreniyorlardı. And olsun onlar, bunu satın alanın ahiretten hiçbir nasibi olmadığını bildiler. Kendi nefislerini karşılığında sattıkları şey ne kötü. Keşke bilselerdi. ” (Bakara 102 )
Bugün batıda magic ; yani sihir yada sihirli kelimesinin kökenini de teşkil eden eski İran dini; Magi; Mezopotamya ve Mısır uygarlıklarında görülen gizemli bilgilerin batıya taşınmasında aracılık rolü oynamıştır. Keltlerin tabiat güçlerine tapındıkları antik dinlerinin ve büyüsel inançlarının ortaya çıkışında da bu dini akımların rolü vardır. Bu dinde, tıpkı çağdaşı olan diğer dinlerde olduğu gibi, büyücülükle meşgul olan rahipler vardır. Bu rahipler, dua ve ayinlerinde tövbe ve yakarma yerine, bazı gizemli güçleri de yardıma çağırarak bir takım işleri kendileri gerçekleştirmeye çalışır. Mesela yağmur yağdırmak, hastayı iyileştirmek, hastaya girmiş cini çıkarmak gibi.
Rahibin bunun için yaptığı şey de çoğu zaman belli bir şekil oluşturacak şekilde durmak ve sihirli sözcükleri tekrarlamak gibi şeylerdir. Elbette bu iş çok sıradan bir şekilde yapılmaz. Her şeyden önce bu iş için kutsal veya güçlerin yoğun olduğu kabul edilen bir mekan seçilir. Bazen bu yer, kutsal ölülerin mezarlarının yakını veya kutsal bir dağın zirvesi gibi bir yerdir. Bir çok zaman burası tapınağa dönüştürülür, sembolik işaretlerle donatılır, kutsal madde ve hatıralar bulundurulur. Seçilen zaman da önemlidir. Mesela iyilik, hikmet ve bereket sembolü saydıkları bir yıldızın, özel bir duruşu tercih edilir. Mesela Batıda Roma’nın milli tanrısı Jüpiter’in güneşle uyumlu açı yapması, kötü büyülerin tutmayacağı, iyi ruhların yardım edeceğine işaret kabul edilir. Yapılacak ayine katılacak kimseler de önemlidir. Eğer şeytana tapınılan bir inanç söz konusuysa şeytanın sevmediği kabul edilen kimseler katılamaz. Tabi bu ayin sırasında katılan kişilerin duygusal yoğunluğunu artıran hafif uyuşturucu etkiye sahip tütsülerden de yararlanılır.
Eski Türklerde bu gibi işlerle uğraşanlara kam, şaman veya bakşı denirdi. Bu kimseler sezgili ve bilge kişiler olarak İslam’dan sonra da koruyucu tılsımlar ve ak büyüler yapmaya devam etmişlerdir. Mesela tarlalara; haşaratı önleyici tılsımlar yazmak, bebeklere koruyucu muskalar hazırlamak, kaybolan bir koyunun kurtlar tarafından yenmemesi için “kurt ağzı bağlamak” gibi. Bazen bu üfürükçüler; kötü büyücülerden kurtarılmak istenen kişilere iyi büyüler de yaparlar. Mesela bugün de kocası tarafından terk edilen kadınlar, “kocama papaz büyüsü yapılmış; eve dönmesi için iyi bir hoca arıyorum” derler.
Toplumumuzda bütün bu korkular, insanları meçhul kimselere güvenip, her dediklerini yapmaya yöneltirken, bu konular hakkında malumat edinip, işin gerçeğini bilmeye kimse uğraşmaz. Hatta bu konuda kitaplar karıştıran biri; yıldızname açanlara, büyücülere gidenlerden daha garip karşılanır. Çünkü hikmetin temel öğretisinin aksine, bilgi kendiliğinden iyi saf bir ışık, cehalet ise karanlığından ötürü her zaman yanıltan bir sapkınlıkken, sırf bazı bilgiler daha sonra kötüye de alet ediliyor diye; bilgiden korkulmuştur. Oysa benzeşim ilminin böyle çirkin ve aşağılık işlere dönüşmesinden önce, insanın yeryüzündeki bulunuşunu anlamlandıran hikmetleri barındırdığı gerçeği unutulmamalıdır.
Bir yanıt yazın