Bir insanın Astroloji algısı; kainat algısına bağlı olarak gelişebilecek bir konudur. Yukarıda sözünü ettiğimiz, nesneler ve olaylarda içkin olarak bulunan metafizik karakterler, ancak kalbin duyabileceği niteliklerdir.
Bu karakterler, her bir nesne ve olayın bir yönden üstün, bir yönden kusurlu niteliklerini karikatürize eder. Mesela atılgan biri aynı zamanda sorumluluk sahibi, duygusal, nazik ve ölçülü ise, belli bir karakterle karikatürize etmek zorlaşır. Oysa sadece atılgan denirse, belli bir imge zihinde canlanabilir.
Ama bu imge, düşüncesiz, sorumsuz, duygusuz ve kaba biri de olabilir. Çünkü atılganlığın özünde, küçük hesap yapmadan, çok yönlü düşünmeden hemen harekete geçmek vardır. Bu da bazı yan kusurları beraberinde getirir.
Aynı şekilde diğer karakterlerin de bazı üstünlükleriyle yanında bazı kusurları olacaktır. Mesela sakin birinden, aynı zamanda hızlı olması beklenemez. Hızlı birinden sabırlı olması istenirse bu ona zor gelecektir. Çünkü her varlık bir karakterle sınırlıdır; her şey birden olamaz.
Simgecilik ve onun temelini oluşturan astroloji; madde ve suretten mana ve hakikate dikey ulaşıma imkan veren, kalp dilidir. Yukarıda sözünü ettiğimiz karakterleri başta insanlar olmak üzere hemen her şeyde görür, hissederiz. Astroloji bu simgesel dilin basit terimlerini anlatmak için somutlaştırılmıştır. Ancak insanoğlu bu ilimleri en yüksek amacı için değil, süfli ihtirasları için kötüye kullanmışlardır.
Karakterleri tanıyıp kalbin simgelerini izlemek, insanı her şeyin adını kolayca koymaya götürür. Ancak bunun yan tesirleri de vardır. Kainatta; hem manevi alemlerde; hem onun yansımaları olan yeryüzü nesneleri ve olaylarında; insan kalbinin kategorilerinin geçerli olduğu bir düzenleme vardır.
Tıpkı matematiğin hem zihnimizde, hem maddenin ilişkilerinde geçerli bir kurallar bütünü olması; böylece aklımızın evrenin maddi işleyişini kavraması gibi. Kalbin; evrenin metafizik kategorilerini ve işleyişine yön veren kanunlarını kavraması, evreni; Allah (c.c.) ın yüceliğini yansıtan bir ayna gibi seyretmesini; böylece O’nu tenzih ve teşbih ile görür gibi tanımasını sağlar. Ancak insanoğlu bu ayna ve aynadaki soyut görünümleri de; tıpkı madde alemi gibi putlaştırılabilmiştir.
İslam inancı, daha önceki vahiylerin çarpıtılıp bozulması üzerine indirilmiş olduğu için, çok tanrıcılığın her türünü ortadan kaldırmaya yönelik tedbirler almıştır. İslam tasavvufu tevhidin en mükemmelini tesis etmeyi gaye edinmiş olduğundan, simgeciliğe asla dinin esası gibi büyük bir önem vermemiş, bu konudaki hikmet öğretisini, üstü örtülü ifadelerle yalnızca bağlılarına sessizce aktarmayı tercih etmiştir.
İslam alimlerinin nezdinde yıldız ilimleri aşağılık bir uğraşı olarak kalmış, hiçbir zaman geçmiş milletlerde olduğu gibi dini bir ilim seviyesinde mütalaa edilmemiştir.
Yahudi kabbalasında kahinlerden (kohen) “Tanrının gücüne kafa tutabilecek bir kudrete sahip” diye bahsedilir. Güya gelecekte olanların bilinmesi halinde Allah (c.c.) ın takdirinin değiştirilebileceği sanılır.
Oysa Firavun Hz. Musa’nın doğacağı dönemi müneccimlerinden öğrenmiş olmasına rağmen, onun doğumuna engel olamamış, hatta acizliğinin bir göstergesi olarak onu sarayında büyütmüştür. Buna rağmen tarih boyunca pek çok millet kahinlerine bel bağlayarak onları putlaştırmış, Allah (c.c.) a rakip gibi görme sapkınlığına düşmüştür.
Bu yüzden Peygamber Efendimiz benzeşim öğretisi konusunda uyarıda bulunarak;“ Karanın ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulasınız diye yıldızları sizin için var eden odur. Bilen bir kavim için biz delillerimizi böyle açıklarız.”[1] Ayetinden bahisle,”Kim yıldız ilminden, Allah’ın zikrettiğinden başka bir bab iktibas ederse sihirden bir şube iktibas etmiş olur. Müneccimler kahindir, kahinler sihirbazdır, sihirbaz da kafirdir.”[2] buyurmuştur.
Astroloji konusunda en büyük hata; gökcisimlerinin veya onların sembolize ettiği meleklerin kendi kendilerine hareket ettikleri zehabıdır. Oysa, ne melekler kendiliklerinden bir iş yaparlar, ne de gökcisimlerinin gerçek bir tesiri vardır. Aslında gökcisimlerinin vazifesi, yeryüzünden bakan şuur sahipleri için okunacak manalara işaret etmekten ibarettir.
Günümüzde astrolojiyi bilimselleştirme çabasında olanlar, henüz ispatlanamamış bir iddiada bulunurlar. Sözde gökcisimleri evrenin kozmik manyetizması içinde yaydıkları radyasyonlarla insan beynini etkilemekte, böylece yeryüzündeki hadiselere sebep olmaktadırlar.
Bu düşünce hem ispatlanamamakta, hem astrolojinin birçok hadisesini açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Mesela gökcisimlerinin kimisi Ay gibi çok yakın, kimisi ise Plüton gibi çok uzaktır. Yine kimi gök cismi, güneş gibi büyük, kimi Merkür gibi küçüktür.
Bunların uzay boşluğunda radyasyon yaymış olsalar bile, bunlardan önemli bir kısmı atmosferden geçip insan bedenine önemli bir etki yapacak kadar ulaştığı tesbit edilmiş değildir.
Üstelik astrolojinin kurallarına göre bebeğin doğum anı çok önemlidir. Neden bu gök cisimlerinin radyasyonu, doğumdan biraz önce veya sonra değil de, o anda tesir etsin?
Dahası, gökcisimlerinin etkilerini olumlu-olumsuz gösteren kurallar, burçların manalarına ve gökcisimlerinin birbirlerini sever veya sevmez olmaları gibi yorumlara dayanır. Bunları bilimsel olarak izah etmek son derece güçtür. Hele evler, her kesin özel haritası olması, progress, solar, lunar döngüsü, Arap noktaları hesaplamaları gibi konular, astrolojinin bilimsel izahını imkansızlaştırır.
İşin gerçeği şudur ki, gök cisimleri tıpkı Allah (c.c.) ın yüce kitabında haber verdiği gibi birer süstür. Yani kudrete sahip değildirler; fiili olarak işlevsizdirler. Sadece dış görünüme ve böylece yorumlanacak manaya işaret etme görevindedirler.
Zaten başka türlüsünü düşünmek; “insanın sırf beden ve beyin sıvısından ibaret, her türlü tesire açık bir zavallı olmasına rağmen, bu durumundan acı çeken bir hilkat garibesi” olduğunu kabul etmek demektir.
Bu zavallı yaratık, tıpkı maddi sebeplerin esiri olduğu gibi, hiçbir şekilde güç yetiremeyeceği gök cisimlerinin de oyuncağıdır. Yunan mitolojisindeki muhteris tanrıların yeryüzü halkının kaderi üzerinde gelişigüzel oynamaları gibi, gök cisimlerinin tesadüfi radyasyonlarının tesiriyle acı çeken insanlar… böyle bir düşünce insanı neye yönlendirir? Steven Forrest’ ten dinleyelim.
“Bir görüşe göre evren bütünüyle raslantısaldır. Bilinç dediğimiz şey, beynin fizyolojisine bütünüyle bağımlı, elektrokimyasal bir fenomendir. Beyin ölünce bilinç de ölür. Bu arada bunun tadını çıkarabiliriz. Ancak bu kolay değildir. Bilinç çok verimsizdir. Bir çok statik üretir, nevroz, suçluluk duygusu ve denetlenemez dürtüler… Bilincimizden en büyük faydayı elde etmek için bu enerji sızıntıları ortadan kaldırılmalıdır.”
İçimizdeki gökyüzü adlı astroloji kitabında Forrest; bu enerji sızıntılarının bilinçli olunarak ortadan kaldırılabileceğini, böylece hayattan daha fazla kam almanın mümkün olduğunu söyler.
“Bilinç miyiz, ruh muyuz; kimin uğrunda? Depresyondaysak, yada kıskançsak iş bunu değiştirmektir. Bunu kendimiz hakkında bilinçli olarak yapabiliriz.”
Batılının hikmet öğretilerini değerlendirme biçimi budur; ait oldukları geleneksel hikmetten kesip; kendi dünyacı hazcı felsefesine yapıştırarak… Uysa da uymasa da…
İnsanoğlunun geçici ömründe gününü gün etmek dışında bir şey yapmaması gibi; tuhaf bir dünya görüşüne hikmet öğretileri nasıl bir katkıda bulunabilir? Tabi ki günümüz astrolojisinin buna cevapları var; “kendinize en verimli olacağınız, karakterinize ve kabiliyetlerinize uygun işi bulmak için; kolay anlaşacağınız, ortak zevklere sahip olduğunuz eşi seçmek için, doğru zamanlarda doğru girişimleri yapıp, riskli zamanlardan kaçınmak için gök haritanızı yorumlayarak danışmanlık yaparız.”
TÜRKÇE METİNLERİ OSMANLICAYA ÇEVİRMEK İSTER MİSİNİZ?
[1]En’am 97
[2]İbrahim Canan, Kütüb i Sitte Muhtasarı c.16 s.183
Bir yanıt yazın